Epigenetik Nedir?

Alper Gökce

MB Üyesi
Kayıt
7 Şubat 2015
Mesajlar
14
Tepkiler
8
Yaş
29
Meslek
Genetik Ve Biyomühendislik
Epigenetik nedir? Üzerinde yaşadığımız toprak, genetiğimizi değiştirir mi? Kültür, genetikle etkileşir mi? Genetik hafıza diye bir şey var mı? Human Genome Project’ten sonra bu soruların cevapları daha net olarak alınmaya başlandı.
Taşıdığımız genlerin, yakalandığımız hastalıklarımızda etken olduğunu yıllardır biliyoruz. Nispeten yeni öğrendiğimiz şey ise, yakalandıklarımızın yanında, yakalanmadığımız bir sürü hastalığa ait genetik yatkınlığı da taşıdığımız. O hastalıklara yakalanmamamızın sebebi, hastalığa ait genlerin aktif hale geçmemesi.

Epigenetik nedir? Aslında tariflemek oldukça zor. Örneğin epigenetik vikipedi kaynağında açıklanmaya çalışılmış; Epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir.
Aslında bu tanım da epigenetik ve epigenetik mekanizmalar hakkında istenildiği kadar net bir açıklama vermiyor; bazılarına göre eksik, bazılarına göre yanlış. Epigenetiği örneklerle açıklamak, net tanımı yapmaktan daha kolay. 2 kardeşten sadece biri kanser oluyorsa, bunun sebebi sadece gen olamaz çünkü iki kardeş de, aynı genlere sahiptir. Demek ki kardeşlerden birinde, o genetik faktörü etkileyen bir şey olmuştur. Bu da büyük ihtimalle bir dış etkendir.
Zeitgeist 2011 versiyonunda verilen bir araştırmaya göre meme kanseri olan 100 kadından sadece 7 tanesi kanser geni taşıyormuş. Yani diğerleri, kanser geni taşımadıkları halde, hasta olmuşlar.
“Çocukluğun erken safhalarında yaşananlar ve yetiştiriliş tarzı, genlerin dışa vurumunu etkiliyor. Bazılarını etkin kılıp, bazılarını devre dışı bırakıyor” deniyor belgeselde. İşte burada bizdeki “aile terbiyesi almış” ve “soyu sopu belli mi” söylemleri ciddi bir anlam kazanıyor.

Kanada’da, intihar eden insanlar üzerinde araştırma yapılmış. İntihar edenlerin büyük çoğunluğu, genç yaştakiler. İntihar edenlerin beyinlerine yapılan otopsi, şu sonucu çıkarmış; Eğer kişi çocukluğunda bir istismara maruz kaldıysa, bu onun beyninde genetik bir değişime yol açıyor. Bu, istismara uğramamış olanların beyninde görülmeyen bir değişim. Yani, epigenetik bir değişim.
Belgeselde ilginç bir örnek de veriliyor. “Hollanda açlık kışı”. Bebeğin daha yaşama başlamadan önceki çevresinin bile, onun genetiğinde etkili olduğu hakkında. Almanlar, 1944 yılında, Hollanda’yı işgal ettiklerinde, bütün yiyecek kaynaklarını Almanya’ya yöneltirler. Bunun sonucu olarak, ciddi bir kıtlık yaşanır. 3 ay boyunca halk açlık çeker. On binlerce kişi açlıktan ölecek duruma gelir. Siz bu süreçte, rahimdeki 3 aylıktan büyük bir bebekseniz, açlık çeken bir bebek olursunuz. Vücudunuz öyle programlanır ki, hayat boyu vücudunuzdaki şeker ve yağ oranının azalacağından korkarsınız ve aldığınız miktarın tamamını depolarsınız. Yarım yüzyıl sonra bu kişilerin, tüm dış etkenler eşit olduğu halde, birkaç yaş büyük ya da küçüklerine oranla yüksek kan basıncı, obezite veya metabolik hastalıkların belirtilerine sahip olma olasılığı, daha fazla olacaktır.

Epigenetik tarafından destekleyen bir başka kavram ise, Sinirsel Darwinizm. Sinirsel Darwinizm kavramına göre, çevreden elverişli girdiyi alan sinir devreleri ideal gelişirken, alamayanların gelişimi ya ideal olmuyor ya da hiç gelişim olmuyor. Yani siz normal gören bir çocuğu, doğduktan hemen sonra, 5 yıl boyunca gözü kapalı tutarsanız, çocuk, hayatının kalanında kör olur. Çünkü görme devrelerinin gelişimi için, ışık dalgaları şarttır. Onlar olmadan, mevcut ve etkin olan temel devreler dahi körelir ve ölür, yeni sinir devreleri de gelişemez.

Belgesel, çevresel etkenlerin değiştirilerek, genetik üzerine etki yapılabileceğini söylüyor. Genetik faktörün harekete geçmesindeki etken, dış etken olsa ve olay epigenetik olarak tanımlansa bile, önlemin genetiğe göre alınması gerekiyor. Diyelim ki bir bireyde, genetik olarak şiddet kullanma eğiliminin baskın olduğunu fark ettiniz; beyindeki şiddete yönelik tetiklemeyi nasıl önleyeceksiniz?
İnsanlar, aynı çevrede yaşasalar bile, olaylara değişik düzeylerde ve değişik tepkiler verirler. Diyelim ki sorunu biliyorsunuz ve alınacak önlemleri de saptadınız; Tepkimeleri azaltmak için harcadığınız enerji ya da yaptığınız kısıtlamalar, elde ettiğiniz sonuca değecek mi?
Uzay Yolu dizisini bilenler bilim Subayı Spock’u ve gezegeni Vulcan’ı hatırlarlar. Gezegendekiler, şiddeti önlemek için, duygularını köreltme yoluna gitmişlerdi. Bu, teorik olarak size şiddetin hiç olmadığı bir toplumu sağlayacaktır ama ne pahasına. Genetik olarak suça yatkın olanların, bu suçları işlememesi için, toplumun genetiğini mi değiştirmeliyiz? Ya da genetik arızaları saptayabildikten sonra, onları daha izole bir yaşama mı almalıyız? Yani suç potansiyeli taşıyanları, daha suç işlemeden sınırlı bir cezalandırmaya mı uğratmalıyız? Yani epigenetik önümüze, tercihlerle ilgili, felsefi tartışmalara da yol açacak bir seçim koyuyor.

Epigenetik suç potansiyelini önleme v.s. den çok daha derin anlamlar taşıyor. Aynı zamanda genetik köken deyip kabullendiğimiz ama derinine gitmediğimiz kalıtsal bazı öğelerin açıklamasını getiriyor. Bu kalıtsal öğeler, genetikle sosyolojiyi birleştiriyor.
Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama bir konuşma sırasında, devletin “mısır ekmeğine müdahale”si diye bir konu duymuştum. Yapılan araştırmalar, çok uzun süreli mısır ekmeği kullanımının, insanların daha agresif hale geldiğini gösteriyormuş. Devlet, Karadeniz bölgesinde, mısır ekmeği tüketimini azaltmak için, beyaz ekmeği desteklemiş. Uzun ve zorlu bir süreçten sonra etkileri görülmeye başlanmış. Gerçekten de yıllardır, Karadeniz’de yaşanan kan davası ve düşman sülaleler konusunda eskisine nazaran çok daha az şey duyuyoruz.

Burada, daha önce okuduğum, Türklerle ilgili ilginç bir bilgiyi aktaracağım. Bu genetiğin sadece vücutsal durumlarla sınırlanmayan, kültürel alışkanlıklarla da ilişkili olduğunu ortaya koyan şeylerden biri. Türkler Orta Asya’dan göçeli bayağı oldu. Artık ne kıl çadırlarda oturuyoruz ne de gözlerimizin hafif çekikliği kalmış ama, Orta Asya’da, barış zamanında en çok yaralanmanın, düğünlerde havaya ok atma alışkanlığı yüzünden yaşandığını söylediğimde, bu size tanıdık gelecektir.
Genetik, sizin kültürünüzü etkilediği kadar, yedikleriniz, içtikleriniz, davranış şekilleriniz, kısaca kültürünüz de genetik yapılanmanızı etkiliyor. Yani çift taraflı ve henüz tüm yönleriyle aydınlanmamış büyük bir ilişki bu. Epigenetik bilgimiz derinleştikçe konu hakkında daha fazla bilgi sahibi oluyoruz.
Örneğin Almanya’da, Türkler arasında doğan 3. nesilde bile, kolestrolün, Almanlara göre daha yüksek olduğu gözlenmiş. Yani aile içindeki beslenme ve davranış alışkanlıkları, girilen yabancı toplumun içinde, 3. nesilde bile uyum sorunu yaşatabiliyor. Asillerin, 3. nesilden sonra asil olabildikleri üzerine bir söz vardır. Bu da insanların bazı şeyleri anlayamasa, açıklama getiremese bile, kavrayabildiğini gösteriyor.
Bunun yanında, toplumsal davranışların genetik üzerindeki etkisi kadar, genetiğin de toplumun davranışları üzerinde etkisi var. “Her Türk asker doğar” cümlesini analiz edelim; Askerliğin ilk akla getirdiği şeylerden biri de testesterone hormonunudur. Testesterone hormonunun yapılandırılabilmesi için gereken ise, kolestroldür. Eğer siz alışkanlıklarından ötürü, kolestrolü arttıran yiyeceklere bir mutfağa sahip bir ülke iseniz, kolestrol oranınızın yüksek olması anormal değil.

Yüksekten düşmek önemlidir çünkü, ateşi bulmadan önce, ağaçlarda yaşayan atalarımızın, gece uyurken yere düşmesi, ölmek anlamına geliyordu. Eğer düşüş anında kendini toparlayamazsa sakatlanabiliyor, bu da vahşi hayvanlara yem olmasına yol açıyordu. Tabi onlardan biri ağacın civarında av bulmak için gezinmiyorsa. Bu durumda sakatlanmasına bile gerek kalmıyor, eğer yırtıcı gelene dek yeniden onun ulaşamayacağı bir yere çıkamazsa, bir daha endişelenmesine gerek kalmıyordu.

Bu insan genetiğine öylesine yerleşmiş bir korkudur ki, hemen her topluluğun her üyesinde vardır. Genetik hafızaya yazılanlar, yaşanan durumun korkunçluğu oranında derindir. Böylesine büyük ve tüm insanlığın ortak paydası olan korkulardan, daha küçük, daha lokal korkulara geçebiliriz. Hollanda açlık kışı’nda verdiğimiz örnek, eğer bir nesilde çıkıp kaybolmuyor, nesiller boyu yaşanıyorsa, genetiğe kaydolduğu gibi, bilinçaltı genetiğe de kaydolur. Tıpkı ağaçtan düşmek, karnının deşilmesi ve karanlık korkusu gibi.

Epigenetiğin ne olduğunu bir fıkra ile anlatmaya çalışayım:
Darwin ile Freud birgün birahaneye gitmişler. Birahanenin bir köşesinde bir anne ile kızı dertli dertli içki içiyormuş. Anne, kapıdan içeri giren Darwin ve Freudu görünce çok sevinmiş, hemen yanlarına gitmiş ve „Ey dahiler sizi gördüğüme çok sevindim, kızımın büyük bir derdi var bu derdin ne olduğunu ancak siz bilebilirsiniz.” demiş.
- Darwin ve Freud merakla „Kızınızın neyi var„ diye sormuş.
- Anne, „Kızımın ruh hali çok bozuk, hiç mutlu olamıyorum, sürekli kötümser, hep kötü şeyler düşünüyor, hep kavga çıkartıyor, sürekli ölümü düşünüyor“
- Darwin hiç düşünmeden hemen„Sorun Genetik“demiş.
- Freud„Hayır sorun anneden kaynaklanıyor“ demiş.
- Anne şaşkınlıkla bir Darwine bir de Freuda bakmış ve “Hanginiz doğru söylüyor” diye çaresizce sormuş.
Tam o sırada tesadüfen içeriye giren Conrad Waddington sorunun cevabını vermiş; “ikise de doğru söylüyor, sorun Epigenetik

freud darwin.jpg
 
Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı:
Yukarı Alt