Onuncu Adam
MB Üyesi
- Kayıt
- 24 Mayıs 2017
- Mesajlar
- 6
- Tepkiler
- 10
- Meslek
- Makine Mühendisi
- Üniv
- Selçuk Üniversitesi
Teknik resim dersini alttan alan bir arkadaşım, sınıftaki çocuklarla hoca arasında geçen bir konuşmayı anlattı. Aşağı yukarı şöyle bir şey:
-Mezun olduğunuzda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Nerede çalışmak istersiniz?
+Hocam ne olduğu önemli değil, 15 bin lira kazanayım kafi.
Arkadaşıma göre bunu söyleyen çocuk espri yapma niyetinden çok uzakmış. Düşündüm, sahiden girebileceği herhangi bir ilk işinde 15 bin lira kazanabilir mi? Argo bir tabirle “kazanamaz” dedim arkadaşıma. Hoca da öyle söyledi, dedi. Gülüştük.
Makine mühendisi ne iş yapar? Neden bunca okul makine mühendisi mezun ediyor? Bunları düşündüm. Bölümde göz ardı edilemeyecek büyüklükte bir çoğunluk okuduğu bölümden memnun değil. Hatta bazıları sırf yüksek diye ya da bölüm tutuyor diye yazmış. Bölüme yeni başlayan arkadaşlar bana diğer bölüme geçmeyi düşündüklerini anlatıyor. Ders çalışmaktan başka hiçbir meziyeti olmayan (mesela bilme açlığı, öğretme tutkusu, sosyal beceriler vb.) insanlar ileride akademisyen olma hayali kuruyor. Geri kalanların büyük çoğunluğu babasının/amcasının/dayısının fabrikasında çalışacak ya da devlete kapağı atabilmek için şimdiden -o kpss/ales midir nedir- sınavlara çalışmaya başlamış. Bu beni üzüyor. Üniversite için böyle bir ortam hayali kurmamıştım.
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır, demişler: Benim durum belki o yakındığım çoğunluktan beter. Çünkü ilerisi için hiçbir dayanağım, beni bekleyen bir fabrikam yok. Derslerim onlardan kötü ve ne istediğimi bilmiyorum. Bu beni korkutuyor. Elimdeki tek şey ilk lamba devresini yaptığında lambanın yandığını gören, bisiketin patlak tekerini bodrumda kendisi tamir etmeye çalışan, ileride makinelerle arkadaşlık kuracağını düşünen o küçük çocuğun hayalleri ve hissettikleri.
Evet, o palyaço benim, ühü ühü (!)
Benim gibi hisseden başkaları vardır diye konuştuğum çeşitli sektör ve mevkilerden insanlardan duyup gördüklerimi, araştırdıklarımı sizlerle paylaşmak istedim.
Öncelikle; “hangi okul?” sorusu önemli mi? Ya da “hangi bölümü seçmeli?”…
İTÜ’de okumak, en azından İstanbul’da okumak en büyük hayallerimden biriydi. İstediğim yeri mezuna kalmama rağmen kazanamayınca okulun ilk iki senesi –size göre basit, atlatılabilir bir şey olabilir saygı duyarım- ciddi bocaladım. Her gece kabusumda yeniden üniversiteye hazırlandığım, sınavlara geç kaldığım, başarısız olduğum, İTÜ’yü kazanamazsam her şeyin biteceği temalı kabuslar görürdüm. Üniversite 3. Sınıftayken bile kabuslarım devam ediyordu. Çok streslendiğim zaman hala daha böyle kabuslar görmekteyim, ama artık teması “okulun uzaması” oldu. (!)
Ama istediğim şehirde (bölüm demiyorum dikkat ederseniz) okumamama rağmen gerçekten keyifli vakit geçiriyordum. Arkadaş çevrem kaliteliydi, güzel insanlara rastlamıştım. Dersler becerememe –çalışmamanın da payı var- rağmen merakımı her zaman cezbediyordu. İnsan müsveddesi –ben onlara bilim çingenesi diyorum- sözde hocalara rağmen, büyük çoğunlukta gerçekten çok saygı değer akademisyenler vardı. Sanayiye rahatça gidebiliyordum. Okulda, sanayide ya da fuarlarda hiç terslendiğimi hatırlamıyorum.
Demek istediğim şey: Siz nereye giderseniz gidin, etrafınızda sizin gibi insanlar toplanıyor. Ben böyle gördüm. İTÜ’de okuyamadım ama İTÜ’de okuyanların yapamadığı şeyler yaptım arkadaşlarımla. Herkes sınavlardan sonra memlekete kaçma telaşındayken biz hep yeni bir şeyler kovalama düşüncesindeydik.
Ama şunu da gördüm, benim staj yapmak düşüncesinde olduğum şirket mailime bile cevap vermezken İTÜ’lü öğrencilere “hoşgeldiniz!” gifleri atıyordu.
Bu İTÜ fetişim, hala yenemediğim bir eziklik, diyeyim. Bunu fuarda firma yetkilileriyle, ceo’larıyla konuştum. İşe alımlarda okulun gerçekten önemli bir faktör olup olmadığını sordum. Cevap beklediğim gibi değildi, gerçekten umursamadıklarını söylediler. Genel olarak iş verenler, verilecek o işi halledip halledemeyeceğinizi ölçmeye çalışıyorlar, ben böyle gözlemledim.
Şu da aklımdan çıkmıyor, ders arasında saygıdeğer bir hocam şöyle demişti: “Daha iyi bir yerde okusaydınız güzel olur muydu? Evet olurdu. Ama şuan burdasınız. Siz İTÜ’lü vb. değilim diye bir adım geri atıyorsunuz, onlar biz İTÜ’lüyüz vb. Diye bir adım ileri atıyor, ediyor size iki adım. İki adım geriden başlıyorsunuz, bunu yapmayın!”
Hangi bölüm; meselesine gelecek olursak...
Bize hitap eden, bizi heyecanlandıran bir bölüm tabi ki de! Ve bence buna üniversiteye hazırlanırken karar vermek en sağlıklısı. Çünkü okulu bölümü sevmediği için bölüm değiştiren, sonra da çekirge gibi bölümden bölüme atlayan arkadaşlarım var. Kötü bir durum. Evet, eğitim sistemi falan filan... Yapabileceğimiz şeylere odaklanalım, derim. Hayat, sevmediğin bir mesleği edinip ömür boyu mutsuz olmak için çok kısa.
Ben tercih döneminde elektrik elektronik mühendisliği yazmayı düşünüyordum. Ama olası okuyacağım üniversitelerin hocalarıyla konuştum, çevremdeki o bölümü okuyan insanlarla. Ve asıl istediğimin makine olduğuna karar verdim. İTÜ’de okumadığım için çok kabus gördüm ama makine mühendisliği bölümünde okuduğum için hiç kabus görmedim.
Bölüm zor mu?
Hayat zor, arkadaşlar. Hayatın hiçbir evresinde hiçbir şey bize altın tepsilerde sunulmuyor. Ve ne okuyor olursanız olun şunu unutmayın: OKUMAK HER BABA YİĞİDİN HARCI DEĞİL. Dinimizde kutsal gecelerde ders çalışmak bile ibadet olarak kabul görülüyor. İlim, bilim; bilmek, öğrenmek, öğretmek... Bunlar söylemesi kolay, icraati zor kelimeler.
Bir çok başarı hikayesini incelediğimizde şunu görüyoruz: Eğer seviyorsan, o işin tüm zorluğu sana tatlı bir mücadele, eğlence, bir oyun olarak geliyor.
Bence kolay bir bölüm tercih etmektense ne istediğimizi keşfedebilmek daha mühim.
Makine mühendisi ne iş yapıyormuş ya?
Makine mühendislerinin hangi alanlarda hangi mevkilerde çalıştığını internette araştırdığınızda fazlasıyla bilgi edinebiliyorsunuz. Ben size bizzat makine mühendislerinden duyduklarımı aktarmak istiyorum.
Öncelikle; genel olarak bütün alanlardaki mühendisler, Türkiye’de genel anlamıyla mühendislik yapmıyor. İnsan, birim, şantiye, işlem vb. Yönetmekle uğraşıyorlar. Bunun neden böyle olduğuna dair birçok şey söylenebilir ya da aksi birçok güzel örnek verilebilir. Ben sadece gördüklerimi aktarmak istiyorum. Birçok ağızdan duyduğum buydu.
Peki bu kısır döngü nasıl kırılabilir... Ya da bu kısır döngüyü kıranlar nasıl başarmışlar... Gördüm ki öncelikle neyin gerçekten onları mutlu ettiğini keşfetmişler. Kendilerini iyi yetiştirmişler. Ve şans da alnından akan terlerle kaplı yüzlerine elbet güzel gülmüş...
Bu yazıyı bir gece yarısı derslerden çok bunaldığım için yazıyorum. Eksik, hatalı ve manasız olduysa mazur görün. İTÜ’de okuyan arkadaşlarım da sakın bana gücenmesinler. Aşağılık kompleksim yok, dürüst bir şekilde düşüncelerimi ve hissettiklerimi yazmak istedim.
Umarım ileride her birimiz vatanına, milletine, dinine, çevresine, doğaya, tüm dünyaya güzellikler katan faydalı mühendisler oluruz!
-Mezun olduğunuzda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Nerede çalışmak istersiniz?
+Hocam ne olduğu önemli değil, 15 bin lira kazanayım kafi.
Arkadaşıma göre bunu söyleyen çocuk espri yapma niyetinden çok uzakmış. Düşündüm, sahiden girebileceği herhangi bir ilk işinde 15 bin lira kazanabilir mi? Argo bir tabirle “kazanamaz” dedim arkadaşıma. Hoca da öyle söyledi, dedi. Gülüştük.
Makine mühendisi ne iş yapar? Neden bunca okul makine mühendisi mezun ediyor? Bunları düşündüm. Bölümde göz ardı edilemeyecek büyüklükte bir çoğunluk okuduğu bölümden memnun değil. Hatta bazıları sırf yüksek diye ya da bölüm tutuyor diye yazmış. Bölüme yeni başlayan arkadaşlar bana diğer bölüme geçmeyi düşündüklerini anlatıyor. Ders çalışmaktan başka hiçbir meziyeti olmayan (mesela bilme açlığı, öğretme tutkusu, sosyal beceriler vb.) insanlar ileride akademisyen olma hayali kuruyor. Geri kalanların büyük çoğunluğu babasının/amcasının/dayısının fabrikasında çalışacak ya da devlete kapağı atabilmek için şimdiden -o kpss/ales midir nedir- sınavlara çalışmaya başlamış. Bu beni üzüyor. Üniversite için böyle bir ortam hayali kurmamıştım.
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır, demişler: Benim durum belki o yakındığım çoğunluktan beter. Çünkü ilerisi için hiçbir dayanağım, beni bekleyen bir fabrikam yok. Derslerim onlardan kötü ve ne istediğimi bilmiyorum. Bu beni korkutuyor. Elimdeki tek şey ilk lamba devresini yaptığında lambanın yandığını gören, bisiketin patlak tekerini bodrumda kendisi tamir etmeye çalışan, ileride makinelerle arkadaşlık kuracağını düşünen o küçük çocuğun hayalleri ve hissettikleri.
Evet, o palyaço benim, ühü ühü (!)
Benim gibi hisseden başkaları vardır diye konuştuğum çeşitli sektör ve mevkilerden insanlardan duyup gördüklerimi, araştırdıklarımı sizlerle paylaşmak istedim.
Öncelikle; “hangi okul?” sorusu önemli mi? Ya da “hangi bölümü seçmeli?”…
İTÜ’de okumak, en azından İstanbul’da okumak en büyük hayallerimden biriydi. İstediğim yeri mezuna kalmama rağmen kazanamayınca okulun ilk iki senesi –size göre basit, atlatılabilir bir şey olabilir saygı duyarım- ciddi bocaladım. Her gece kabusumda yeniden üniversiteye hazırlandığım, sınavlara geç kaldığım, başarısız olduğum, İTÜ’yü kazanamazsam her şeyin biteceği temalı kabuslar görürdüm. Üniversite 3. Sınıftayken bile kabuslarım devam ediyordu. Çok streslendiğim zaman hala daha böyle kabuslar görmekteyim, ama artık teması “okulun uzaması” oldu. (!)
Ama istediğim şehirde (bölüm demiyorum dikkat ederseniz) okumamama rağmen gerçekten keyifli vakit geçiriyordum. Arkadaş çevrem kaliteliydi, güzel insanlara rastlamıştım. Dersler becerememe –çalışmamanın da payı var- rağmen merakımı her zaman cezbediyordu. İnsan müsveddesi –ben onlara bilim çingenesi diyorum- sözde hocalara rağmen, büyük çoğunlukta gerçekten çok saygı değer akademisyenler vardı. Sanayiye rahatça gidebiliyordum. Okulda, sanayide ya da fuarlarda hiç terslendiğimi hatırlamıyorum.
Demek istediğim şey: Siz nereye giderseniz gidin, etrafınızda sizin gibi insanlar toplanıyor. Ben böyle gördüm. İTÜ’de okuyamadım ama İTÜ’de okuyanların yapamadığı şeyler yaptım arkadaşlarımla. Herkes sınavlardan sonra memlekete kaçma telaşındayken biz hep yeni bir şeyler kovalama düşüncesindeydik.
Ama şunu da gördüm, benim staj yapmak düşüncesinde olduğum şirket mailime bile cevap vermezken İTÜ’lü öğrencilere “hoşgeldiniz!” gifleri atıyordu.
Bu İTÜ fetişim, hala yenemediğim bir eziklik, diyeyim. Bunu fuarda firma yetkilileriyle, ceo’larıyla konuştum. İşe alımlarda okulun gerçekten önemli bir faktör olup olmadığını sordum. Cevap beklediğim gibi değildi, gerçekten umursamadıklarını söylediler. Genel olarak iş verenler, verilecek o işi halledip halledemeyeceğinizi ölçmeye çalışıyorlar, ben böyle gözlemledim.
Şu da aklımdan çıkmıyor, ders arasında saygıdeğer bir hocam şöyle demişti: “Daha iyi bir yerde okusaydınız güzel olur muydu? Evet olurdu. Ama şuan burdasınız. Siz İTÜ’lü vb. değilim diye bir adım geri atıyorsunuz, onlar biz İTÜ’lüyüz vb. Diye bir adım ileri atıyor, ediyor size iki adım. İki adım geriden başlıyorsunuz, bunu yapmayın!”
Hangi bölüm; meselesine gelecek olursak...
Bize hitap eden, bizi heyecanlandıran bir bölüm tabi ki de! Ve bence buna üniversiteye hazırlanırken karar vermek en sağlıklısı. Çünkü okulu bölümü sevmediği için bölüm değiştiren, sonra da çekirge gibi bölümden bölüme atlayan arkadaşlarım var. Kötü bir durum. Evet, eğitim sistemi falan filan... Yapabileceğimiz şeylere odaklanalım, derim. Hayat, sevmediğin bir mesleği edinip ömür boyu mutsuz olmak için çok kısa.
Ben tercih döneminde elektrik elektronik mühendisliği yazmayı düşünüyordum. Ama olası okuyacağım üniversitelerin hocalarıyla konuştum, çevremdeki o bölümü okuyan insanlarla. Ve asıl istediğimin makine olduğuna karar verdim. İTÜ’de okumadığım için çok kabus gördüm ama makine mühendisliği bölümünde okuduğum için hiç kabus görmedim.
Bölüm zor mu?
Hayat zor, arkadaşlar. Hayatın hiçbir evresinde hiçbir şey bize altın tepsilerde sunulmuyor. Ve ne okuyor olursanız olun şunu unutmayın: OKUMAK HER BABA YİĞİDİN HARCI DEĞİL. Dinimizde kutsal gecelerde ders çalışmak bile ibadet olarak kabul görülüyor. İlim, bilim; bilmek, öğrenmek, öğretmek... Bunlar söylemesi kolay, icraati zor kelimeler.
Bir çok başarı hikayesini incelediğimizde şunu görüyoruz: Eğer seviyorsan, o işin tüm zorluğu sana tatlı bir mücadele, eğlence, bir oyun olarak geliyor.
Bence kolay bir bölüm tercih etmektense ne istediğimizi keşfedebilmek daha mühim.
Makine mühendisi ne iş yapıyormuş ya?
Makine mühendislerinin hangi alanlarda hangi mevkilerde çalıştığını internette araştırdığınızda fazlasıyla bilgi edinebiliyorsunuz. Ben size bizzat makine mühendislerinden duyduklarımı aktarmak istiyorum.
Öncelikle; genel olarak bütün alanlardaki mühendisler, Türkiye’de genel anlamıyla mühendislik yapmıyor. İnsan, birim, şantiye, işlem vb. Yönetmekle uğraşıyorlar. Bunun neden böyle olduğuna dair birçok şey söylenebilir ya da aksi birçok güzel örnek verilebilir. Ben sadece gördüklerimi aktarmak istiyorum. Birçok ağızdan duyduğum buydu.
Peki bu kısır döngü nasıl kırılabilir... Ya da bu kısır döngüyü kıranlar nasıl başarmışlar... Gördüm ki öncelikle neyin gerçekten onları mutlu ettiğini keşfetmişler. Kendilerini iyi yetiştirmişler. Ve şans da alnından akan terlerle kaplı yüzlerine elbet güzel gülmüş...
Bu yazıyı bir gece yarısı derslerden çok bunaldığım için yazıyorum. Eksik, hatalı ve manasız olduysa mazur görün. İTÜ’de okuyan arkadaşlarım da sakın bana gücenmesinler. Aşağılık kompleksim yok, dürüst bir şekilde düşüncelerimi ve hissettiklerimi yazmak istedim.
Umarım ileride her birimiz vatanına, milletine, dinine, çevresine, doğaya, tüm dünyaya güzellikler katan faydalı mühendisler oluruz!